Sera gazları(greenhousegas,GHG), atmosferde kızıl ötesi ışınları absorbe edebilen gaz bileşimleridir. Bu, sera gazının atmosferdeki ısıyı tutması ve hapsetmesi anlamına gelir. Bu şekilde sera gazları atmosferdeki sıcaklığı artırırlar ve sera gazı etkisi ile küresel ısınmaya ve dolayısıyla iklim değişikliğine neden olurlar.
Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi COP26’da bilim insanları ile dünya liderleri, küresel ısınmayı 1,5 santigrat derece ile sınırlama gereğini defalarca vurguladı.
Türkiye’nin de onayladığı 2015 Paris Anlaşması küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmayı, mümkünse 1,5 derecenin altında tutmayı hedefliyor.
Bilim insanları, 1,5 derece eşiğinin aşılmasının insanlar, vahşi yaşam ve ekosistemler üzerinde çok daha şiddetli iklim değişikliği etkilerine yol açacağını söylüyor.
Bunu önlemek adına, 2010 seviyelerine göre, 2030 yılına kadar küresel karbondioksit emisyonlarının neredeyse yarıya indirilmesini ve 2050 yılına kadar da net sıfır emisyona ulaşılması gerekiyor.
Dünya şimdiden, sanayi öncesi seviyelere göre yaklaşık 1,1 derece daha sıcak. Son kırk yılın her bir 10 yılı, 1850’den bu yana herhangi bir 10 yıldan daha sıcak geçti.
“DÜNYA’DA 350 PPM CO2 SINIRI AŞILDI!”
Peki ısı artışı 1.5 derecenin üzerine çıktığında bizi neler bekliyor; bu derecenin üzerindeki ısılarda canlı yaşam açısından birçok değişim artık geri dönülemez hale gelecek. Isı artışı 2 dereceye çıktığında buğday, mısır ve diğer hububat türleri yanı sıra yaşamsal önemdeki gıda maddeleri bazı dünya bölgelerinde yetişemeyecek. Tabi ki bu ısı artışının dünya üzerindeki etkileri de bölgesine göre değişimler gösterecek. Uzmanlar 1.5 derecelik ısı artış noktasını geçince toprakta yetişen türlerin yüzde 3 ila yüzde 14′ e yakın bölümünün ortadan kalkacağını öngörüyor.
Özellikle denizlere ve nehirlere kıyısı bulunan ve deniz seviyesindeki yükselişlerden en çok etkilenecek bölgelerde canlı yaşam büyük zarar görecek. Gerek aşırı kuraklıklar gerekse buzullardaki erken erimeler dolayısıyla nehirler aşırı taşkınlıklar veya kurumalarla karşı karşıya kalacak ve canlı türlerin bu koşullarda yaşanabilir yeni alanlara hareket etmeleri de mümkün olmayacak.
IPCC raporu geleceği kurtarmanın bir yolu olarak da toprak örtüsünün, temiz su kaynaklarının ve okyanusların yüzde 30 ile yüzde 50’ye varan bir oranda koruma altına alınması gereğinden söz ediyor. Biyo çeşitlilik konusunda Birleşmiş Miller Konvansiyonu’nun yüzde 30’luk bir hedefi var. Rapor bugün dünyadaki toprak parçasının sadece yüzde 15’inden azının, temiz su kaynaklarının yüzde 21’inin ve okyanusların da yüzde 8’inin bir şekilde koruma bölgesi kategorisinde olduğunu belirtiyor.
Geleceğe daha yaşanabilir bir dünya bırakmak bizim elimizde. Bunun ilk adımı Kyoto Protokolü ile atıldı. Paris İklim Anlaşması ile devam ediyor.
14 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa Komisyonu bir paket yayınlandı. Bu paketin içinde bir “CBAM” (Carbon Border Adjustment Mechanism) kurma önerisi de yer alıyor.
Taslak olarak yayınlanan CBAM Yönetmeliği’nin, 1 Ocak 2023’te yürürlüğe girmesi planlanıyor. Ancak 31 Aralık 2025’e kadar CBAM’ın aşamalı olarak uygulanması hedefleniyor. 1 Ocak 2026’dan itibaren CBAM tam olarak yürürlüğe girecektir. Avrupa Birliği 2050 yılına kadar karbon nötr olmak istiyor.
Süreç yetkili ithalatçıların yapmış olduğu ithalat ile başlıyor. Bu ürünlerin AB’ye ithal edilmesi halinde CBAM uygulamasına tabi olunuyor. Ve bu kapsamda endüstriyel işletmelere ek vergiler getiriliyor.
Şu anda enerji ile ilgili tüm CO2 emisyonlarının (veya 8,4 GtCO2 / yıl) yaklaşık dörtte birinden sorumlu olan sanayi sektöründen karbon emisyonlarını önemli ölçüde azaltabilir. Özellikle dört endüstri- demir ve çelik, kimyasallar ve petrokimyasallar, çimento ve kireç ve alüminyum – toplam endüstriyel emisyonların yaklaşık dörtte üçünü oluşturmaktadır. Öncelik kapsamı 2023 yılında bu 4 firmaya getirilecektir. Ve tüm işletmelere ilerleyen süreçlerde üst sınır değerleri belirlenecektir. Bu kapsamda üst sınır değerin üstüne çıkan karbon emisyonları için karbon vergileri ile ek yaptırımlar getirilecektir.
Kyoto Protokolü Nedir? Ve Türkiye’nin Konumu Nedir?
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, iklim değişikliğiyle mücadelede ileriye dönük temel bir adım teşkil etmiştir. Bununla birlikte, sera gazı emisyonlarının küresel ölçekte artmaya devam etmesi ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin giderek daha fazla hissedilir hale gelmesi üzerine, gelişmiş ülkelerin bağlayıcı yükümlülükler üstlenmeleri için BMİDÇS’ye taraf ülkeler mevcut Sözleşme’nin niteliğini güçlendirmek amacıyla, Kyoto Protokolü’nü (KP) müzakere etmeye başlamışlardır. İki buçuk yıl süren müzakereler sonucunda, Protokol, Sözleşme’nin 1997 yılında Kyoto’da yapılan 3. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiş, 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz Protokol’e 2009 yılında taraf olmuştur. Protokol’e halen 191 ülke ve AB taraftır.
Listede yer alan ülkelerin sera gazı emisyonlarının toplamının, 2008-2012 yılları arasındaki birinci taahhüt döneminde, 1990 yılındaki seviyenin % 5 altına düşürülmesidir. Bu genel hedefe ulaşmak için anılan ülkeler, müzakereler sonucunda farklı oranlarda sera gazı emisyon azaltımı/sınırlandırması yükümlülükleri üstlenmişlerdir. İkinci taahhüt dönemi 2013-2020 yılları olarak belirlenmiştir. Protokolün ikinci taahhüt dönemini oluşturan “Doha Değişikliği” ile Ek-B listesinde bulunan tarafların emisyonlarını ilk taahhüt döneminden farklı olarak 2020 yılında 1990 yılına göre en az %18 azaltması kararlaştırılmıştır.
Ülkemiz, Protokolün Ek-B listesine dahil edilmemiştir. Dolayısıyla, ülkemizin sayısallaştırılmış emisyon sınırlandırma / azaltım taahhüdü bulunmamaktadır.
Paris Anlaşması Nedir? Ve Türkiye’nin Konumu Nedir?
2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması, 2015 yılında Paris’te düzenlenen BMİDÇS 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir. Anlaşma, 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir.
Paris Anlaşması’nın, BMİDÇS ile karşılaştırıldığında en belirgin özelliği, tüm ülkelerin katkılarına dayanacak bir sistem öngörülmüş olmasıdır. Anlaşma, iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi tahtında sorumluluk üstlenmesi anlayışına dayandırılmıştır. Gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasının yapılabilmesi için bir kıstas belirlenmemiş; herhangi bir farklılaştırmaya da gidilmemiştir.
Paris Anlaşması, 2020 sonrası süreçte, iklim değişikliği tehlikesine karşı küresel sosyo/ekonomik dayanıklılığın güçlendirilmesini hedeflemektedir. Paris Anlaşması’nın uzun dönemli hedefi, endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasen küresel sıcaklık artışının 2°C’nin olabildiğince altında tutulmasıdır. Bu hedef fosil yakıt (petrol, kömür) kullanımının tedricen azaltılarak, yenilenebilir enerjiye yönelinmesini gerektirmektedir.
İklim değişikliği ile mücadele bağlamında Anlaşma, ulusal katkılar, azaltım, uyum, kayıp/zarar, finansman, teknoloji geliştirme ve transferi, kapasite geliştirme, şeffaflık, durum değerlendirmesi konularına ilişkin uygulama usulleri belirlenmek üzere bir çerçeve oluşturmuştur.
Ülkemiz, 20 Eylül 2015 tarihinde, 2030 yılı itibariyle gerçekleşmesi öngörülen “Niyet Edilen Ulusal Katkı” (INDC) beyanını %21’e varan artıştan azaltım olarak açıklamıştır. Bilim dünyasınca yapılan değerlendirmelere göre, bildirilen tüm ulusal katkılar hayata geçirilse dahi, 2°C hedefine ulaşılmada yetersiz kalınacağı ve çabaların artırılması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Nitekim Paris Anlaşması, Ulusal Katkı Beyanlarının (NDCs) dönemsel olarak gözden geçirilmesi ve hedeflerin tedricen yükseltilmesini öngörmektedir.
CBAM Nedir? Ve Türkiye’ye Etkisi Nedir?
CBAM; “Karbon kaçağı riski olan” ürünlerin AB’ye ihraç edilmesi sırasında sahip olduğu karbon yoğunluğuna göre vergilendirilmesini hedefleyen bir mekanizmadır. Aynı zamanda AB’deki üreticilerin karbon mevzuatları zayıf olan veya bu konuda herhangi bir düzenlemesi olmayan ülkelere yönelmesinin de önüne geçilmesi sağlayarak hem bölgesinde üretilen ürünlerin hem de ithal ettiği ürünlerin karbon maliyetlerini eşitlemeyi amaçlar.
CBAM, 1 Ocak 2023 tarihinde yürürlüğe girecek. 2023 ve 2026 yılları arasında bir geçiş dönemi uygulanacak.
Bu geçiş aşamasında, ithalatçılar CBAM sertifikalarını doğrudan Ulusal Otoriteden satın almak zorunda kalmayacaklar, ancak doğrudan ve dolaylı emisyonların yanı sıra yurtdışında ödenen herhangi bir karbon fiyatını (maliyetini) detaylandıran ithal edilen mallardaki gerçek gömülü emisyonları, üç ayda bir rapor etmek zorunda kalacaklar.
Bu dönemde, CBAM ithalatçılar için doğrudan bir finansal yük yerine bir raporlama yükümlülüğü getirecektir.
Teklife göre, her üç aylık dönemin sonunda, yetkili bir ithalatçı, özel olarak oluşturulan CBAM sertifikaları sicil numarasında, takvim yılının başından bu yana ithal edilen ürünlerdeki gömülü emisyonların en az yüzde 80’ine tekabül etmesini sağlamalıdır.
Ulusal Otorite, her bir CBAM sertifikasını, satıştan önceki hafta ortalama AB ETS tahsisat açık artırma fiyatına eşit bir fiyata satacaktır.
Yetkilendirilmiş Beyanlar çok fazla ödenek satın aldıklarında, yıllık teslimiyetlerinden sonra satın aldıkları ödeneklerin 1/3’üne kadar geri ödeme talep edebilecekler. CBAM Sertifikaları ulusal sicillerde tutulacaktır.
Teklif, ürünlerin üretimi için elektrik üretmek için gerekli olan emisyonlar gibi dolaylı emisyonları kapsamamaktadır. CBAM, kapsanan sektörlerden malzemeleri kullanan alt ürünlere de uygulanmayacaktır.
2026 yılında kesin sistem tam olarak faaliyete geçtiğinde, AB ithalatçıları, bir önceki yıl AB’ye ithal ettikleri toplam mallardaki mal miktarını ve gömülü emisyon miktarını yıllık olarak beyan etmeleri ve ilgili CBAM sertifikalarını teslim etmeleri gerekecek.
CBAM Kapsamı Dışındaki Endüstriyel İşletmelerde Zorunluluklar Nelerdir?
2023 yılında sera gazı limitleri hakkında yaptırımı kesinleşen sektörler dışındaki firmalar da satış yaptıkları ülkelerde bulunan yasal yaptırımlar dolayısıyla, satış yaptıkları firmanın dolaylı yoldan emisyonlarının azaltılması yönünde çalışmalar yapması rekabet unsurunun arttırabilmesi adına önemli bir unsur olacaktır.
Örneğin: ülkemizde bulunan ve 2023 yılında karbon salımı limitlendirilmesi konusunda yaptırımı bulunmayan bir tekstil fabrikası, ürettiği yarı mamul ürünleri satış yaptığı yurtdışı kaynaklı firma için dolaylı yoldan emisyon üreteci olacaktır. Yurtdışı kaynaklı firma, dolaylı yoldan sera gazı emisyonlarının azaltabilmesi için yarı mamul olarak ürün satın aldığı firmalardan sera gazı salımlarını azaltmasını isteyecek ve kendi iç prosedüründe bu konuyla alakalı bir koşul koyuyor olabilecektir. Örnek içerisinde geçen ülkemizde bulunan tekstil fabrikası rekabetini arttırmak ve sera gazı salımını azaltmak için öncesinde sera gazı salımını hesaplıyor ve düşürülebilmesi için aksiyonlar alıyor olması gerekecektir.
Buradan da anlaşılacağı üzere herhangi bir yaptırıma maruz kalmayan ve bir yasal sınırı bulunmayan sektörler doğrudan ve dolaylı yoldan sera gazı salınımı emisyonları hesaplamak ve azaltmak zorunda olacaktır.
ISO 14064 / GHG Protokolü ile İlgili VTC ENERJİ Neler Yapar?
VTC Enerji olarak bizler bu süreçte;
- Sera Gazı Hesaplama Uzmanlarımız ile “Sera Gazı Hesaplaması”
- Sera Gazı Hesaplama Uzmanlarımız ile “Sera Gazı Eğitimleri”
- Detaylı Enerji Etütleri
- Sera Gazı Emisyonlarını Azaltmak için, Verimlilik Artırıcı Proje (VAP), 5. Bölge Teşvikleri, Gönüllü Anlaşma vb. teşvikler ile Enerji Verimliliği Çalışmaları
- I-REC Sertifikasyonu
- Sera Gazı Emisyonlarını Azaltmak için, RES, GES gibi Yenilenebilir Enerji Üretim Tesisi Portföyümüz ile Karbon Ticareti
Yazar: Hakan BİLDİRİCİ
Enerji Yöneticisi, Enerji Verimliliği Uzmanı, Sera Gazı Hesaplama Uzmanı